Thomas Mann’ın (1875-1955), Buddenbrooklar’dan sonra yazdığı Majesteleri Kral, ilk kez 1909’da
yayımlandı. Majesteleri Kral, dünya
savaşlarının Avrupa’yı fizikî ve kültürel anlamda büsbütün değiştirmesinden
hemen önce, iflasın eşiğinde küçük bir Alman devleti olan hayali Grimmburg’da
geçiyor. Sanayinin kaderine terk edildiği, tarımın gelişmediği, madenlerin
işletilmediği, demiryollarınınsa kâr payı verecek durumda olmadığı Grimmburg
Grandükü’nün tek oğlu veliaht Prens Albrecht hastalıklı bir yapıya sahiptir ve
yeterince yaşayamayacağından endişe edilmektedir. O nedenle tahtın ikinci
varisi Klaus Heinrich doğduğunda bütün Grimmburg sevince boğulur. Ne var ki
Klaus Heinrich de fiziksel bir kusurla doğmuştur, sol eli diğerine oranla
kısadır ve asla tam olarak gelişmeyecek, buruşuk ve kısa kalacaktır. Ona
başkalarıyla karşılaştığında elini saklaması öğretilir. Klaus Heinrich’i
kendine dönmeye ve kendi varoluşu üzerine düşünmeye sevk eden acı verici bir
deneyim olur bu. Yine de hastalıklı ama sert bir yapıya sahip Prens Albrecht’in
aksine, Klaus Heinrich meraklı ve ince düşüncelidir. Çevresinde gördüğü her
şeyi merak edip sorgular. Kurallara, formalitelere ve bunların yarattığı anlam
dünyasına tabi, cafcaflı ama dış dünyadan kopuk, sadece kendi kendisiyle var
olan aristokrat bir dünyadır onun çevresinde dönen. Dışarıdaki yaşamla ve
gerçeklerle ilgisi yoktur. Klaus Heinrich çok geçmeden kendi “kusurlu”
varoluşuna ve doğuştan getirdiği asil haklara bakarak başkalarını, halkı,
sıradan insanı anlayamayacağını fark edecek, “aristokrasinin yalnızlığı”nı
bizzat kendi ruhunda hissetmeye başlayacaktır. Aristokrat dünyadan her fırsatta
kaçıp dışarıyı kolaçan etmek, böylece Klaus Heinrich’in en büyük eğlencesi
olur. Zamanı geldiğinde Prens Albrecht tahttan feragat edip haklarını Klaus
Heinrich’e devrettiğinde, belki de bu nedenle tebasındakilerin yerli yersiz her
şikâyetini ciddiye alacak, nihayetinde kendi sınıfından olmayan bir burjuvanın
kızına, Amerikalı zengin Spoelmann’ın kızı Imma’ya belki de yine bu nedenle
âşık olup onunla hayatını birleştirecektir.
Yazarın ikinci romanı olan Majesteleri Kral, XX. yüzyılın
başlarında Alman topraklarında bir yerlerde kendi içine kapanmış, hayali bir
grandükalığın hızla değişmekte olan dış dünyaya ayak uyduramayışını neredeyse
Ortaçağ’a özgü bir masal diliyle betimliyor. Yerleştiği arka plan açısından ele
alındığında, açıkça Wilhelm Almanyası’ndan (1890-1918) izler taşıdığı görülen Majesteleri Kral, Thomas Mann
okurlarının 1924 tarihli Büyülü Dağ’da
karşılaşacağı düşünsel eğilimlerin mikrokozmik habercisi olarak da
yorumlanabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder